Esenpınar

ESENPINAR KÖYÜ

Esenpınar Köyü, Torosların eteğinde Gazipaşa'ya 33 kilometre uzaklıkta, etrafı ormanlarla çevrilmiş, dağların arasında yamaç bir arazi üzerinde kurulmuş şirin bir köydür. Köyün nüfusu 130, hane sayısı 85'dir. Esenpınar Köyü, Dendensini, Hoyralca, Murtluca, Yukarı ve Aşağı mahallelerden oluşmaktadır. Köyün önde gelen aileleri Kerim Çavuşlar, Veli Çavuşlar, Mollagil, Efendiler, Kadılar, Arifler, İmamlar, Akbaşlar, Meterisler, Azizler, Bedeller, Araplar, Boz Osmanlar, Kirtikler, Abdullahlar, Hülaseler, Göğaliler, Partalcılar, Paytarlar, Paldımlar, Ademler, Tirikler ve İrebişler'dir. Köyden 76 öğretmen, 1 profesör, 1 bilim adamı, 2 askeri pilot, 1 askeri hakim, 15 doktor, 43 devlet görevlisi ve 101 üniversite mezunu vardır.1972 yılına kadar ulaşım eşek, at ve katırlarla patika yollarla yapılırken, Köy Hizmetleri'nin köy halkı ile birlikte çalışması sonucu, taşıt yolu yapılmış, sıra ile elektrik, telefon, içme suyu gelmiş ve yol asfaltlanmıştır. Aşağı bölümde, yapılış tarihi bilinmeyen bir cami vardır. Bitişik olarak Köy Konut Odası yer almaktadır. Köyde imece usulü dayanışma yaygındır. Gündüzleri herkes işinde olur, akşamları da birbirlerine misafirliğe gitmektedirler. Bağlama çalınır, türküler söylenir. Genellikle herkes bağlama çalmayı isterler ve bağlama bilenlerin sayısı oldukça fazladır. Yaz aylarında köylüler, Erikli, Karagurtlu, Yatakyeri ve Göksenir yaylalarına göç ederlerdi ancak günümüzde ulaşım sorunu nedeniyle yaylalara gidilmemektedir.


KÖY VE TARİHÇESİ

Köyün kuruluş tarihi, tam olarak bilinmemekle birlikte 350-400 yıl kadar öncelere dayandığı tahmin edilmektedir. Yazılı belge olmadığı için ancak 130-150 yıllardan bu yana olan bilgelere ulaşılabilinmektedir. Köyün ilk yerleşim yeri, Gökçesaray Köyü tarafında kalan Kızılağaç Mevkii'sidir. Burada yaşayan aileler, sıtma hastalığına yakalanırlar ve bir bölümü vefat etmiştir. Kalan aileler, burayı terk etmeye karar verirler. Hatta burada yaşayan Kızıl Ali adında birisi, bu bölgeyi de terk ederek, Anamur ilçesine bağlı Kızılali Köyü'ne yerleşir ve o köyün adı da bu kişiden kalmıştır. Diğer aileler ise, 2 keçi keserek, keçilerden birinin ciğerini şu andaki Esenpınar Köyü'nün ortasındaki derenin bir tarafına, diğer ciğeri de öbür tarafa asarlar. Ve ciğerin geç bozulan kısmına yerleşmeye karar verirler. Günümüzde yerleşimin çoğunluğu bu bölgededir.Bilinen en eski aileler, köydeki Feodal Yönetim Lideri Yahya Efendi, oğlu Zeybek Ali Efendi, onun oğulları Yusuf Efendi ve Ahmet Efendi'dir. Yusuf Efendi, 1921 yılında vefat etmiştir.
Cumhuriyetten önceki yıllarda, diğer köy ve toplumlarında olduğu gibi, bu köyde de Feodal Yönetim Sistemi görülmüştür. Bu dönemde köye bir aile ve çevresi hakim olmuştur. Köydeki her türlü olayı o aile çözmüştür. 1930'lu yıllara kadar herhangi bir adli olay yaşanmamıştır.Köy isimlerinin Türkçeleştirilmesi projesi kapsamında, köyün Gevenes olan adı Esenpınar olarak değiştirilmiştir. Köyün adını, suların çok olması ve serin havasından dolayı aldığı bilinmektedir.

 

KÖYÜN DOĞAL YAPISI

Köyün doğusunda, meşhur Yalçı Kayası bulunmaktadır. Tepeye doğru çıkıldıkça sık çam ve meşe ormanlarına rastlanmaktadır. Bu kayanın tabanından Darı Deresi'nden gelen köyün sulama suyu akmaktadır. Kışın yağan yağmurlarla dere coşup, taşmaktadır. Kayanın dereden yüksekliği tahmini olarak 300 metre kadardır ve dereye hemen hemen dik olarak inmektedir. Yalçı Kayası'nın kuzeyinde, tabanı dereye inmek üzere sarp kaya kütlesi ile kaplı Hasan Dede Kayası batıdan doğuya doğru dik olarak uzanmakta, güneş doğarken bakıldığında sanki güneşe kadar uzanmış gibi görünmektedir. Yalçı Kayası'nın güney tarafında sık ormanlarla kaplı Adıyavuz Tepesi yükselmekte, tabanı Yalçı gibi Darı Deresi'nden gelen dereye dayanmaktadır. Yalçı Kayası ile Adıyavuz Tepesi arasında burçaklık, yukarı doğru Başlak, Sergilik, Topak Belen, Kurt Çukuru, Sahipli Pelit, Kuzun Yalağı ve Armut Beleni vardır. Bor Dolaması'nı geçince, Darı Deresi mevkii buraya yakın Eşe Muğarı, daha yukarı gidildikçe Demir Çukuru ve yan tarafında  Çam Beleni bulunmakta, doğu tarafı Akoluk Köyü'dür. Köyün kuzey tarafında yukarı kısmında, belli başlı yerlerden Gelinsini Beleni bulunmaktadır. Kuzeye doğru gidildiğinde, Alacataş ve Çıkrıcağa varılmaktadır. Buradan ileride Çığlık Köyü vardır, batı tarafı ise Üçkonak Köyü'ne aittir. Buranın doğu tarafında Piladan Tepesi bulunmaktadır. Alt kısmında Piladan denilen tarım araziler yer almakta, buranın altında Çiriş Koyağı adında tarım arazisi vardır. Çiriş Koyağı'nın üstünde yayla yolunun geçtiği yer vardır. Buradan kuzeye gidildiğinde 200 metre ileride, Akoluk yolu üzerinde suyu yerden kaynayan çok soğuk suyu bulunan İli Muğar suyuna gelinir. Bu su köyün sulama suyu hizmetinin bir kısmını karşılamaktadır.

 

KÖYÜN EKONOMİK DURUMU

Köyde genel olarak tarım ve hayvancılık yaygındır. Hayvan türlerinden keçi, az miktarda koyun ve sığır yetiştirilmektedir. Hayvan satışı az olmakta, bunlar kendi ihtiyaçları olan eti, sütü, derisi ve işgücü için beslenir. Köydeki bazı kadınlar, kendi ihtiyaçları için dokumacılık yapmaktadırlar. Pamuğu iplik haline getirerek, çulhalıklarda dokur, giyecek olarak kullanırlar. Çul ve çuvalları da ısdarda dokuyarak, ihtiyaçlarını gidermektedirler. Genellikle her şey köylüler tarafından üretilerek karşılanmaktadır. Köyde tarım ilkel koşullarda atadan kalma usullerle yapılmaktadır. Köy pazara uzak olduğu için, tarımdan elde edilen gelirler değerlendirilememiştir. Tarım yapılabilecek arazi oranının az olmasına karşın her türlü meyve yetiştiriliyor ve özellikle son yıllarda kiraz, çekirdeksiz nar, elma, ceviz ve üzüm gibi meyveler üretilmeye başlanmıştır. Bu ürünler, halk pazarlarında satışa sunulmaktadır.

 

SAVAŞA GİDENLER GERİYE DÖNEMEDİ

Köyde Cumhuriyetten sonra ekonomik durumu iyi olan her aile, çocuklarından birini Ermenek Sarımazı'da okutmuşlardır. Burada eğitim alanlar, birtakım bilgilerle, özellikle dini bilgileri öğrenerek köye dönmüşlerdir. Bu kişilerin en önemlileri Molla Hüseyin ve Molla Abdullah'tır. Bir başka önemli kişi de Burjuvadan Yusuf Efendi'dir.  Yusuf Efendi, Konya'da medrese tahsili yapmış, kalan eğitimini de İstanbul'da yüksek medresede tamamlamıştır. Yusuf Efendi, hukuk tahsili yaparak köye dönmüş, köyün Konut Odası'nı okul olarak kullanıp, köylülere ve diğer köyden gelenlere okuma yazma, dini eğitim, matematik, tarih, coğrafya ve basit hukuk bilgileri vermiştir. Yusuf Efendi, 1921'de vefat etmiştir. Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda eli silah tutanlar cepheye gitmişler ancak geriye dönememişlerdir. Bu nedenle, eğitim öğretim kesintiye uğramıştır. Kurtuluş Savaşı'nda tüm köylüler Kuvayi Milliye'den yana olmuştur. Ülkemizde köy enstitüleri kurulduğu sıralarda, 1943 yılında eğitmen yetiştirilmiş, köy okullarında üçüncü sınıfa kadar eğitim öğretim yapma yetkisi verilmiştir. Bu eğitimcilerden biri Ali Uysal'dır. 1943 yılında 6 aylık bir eğitimden sonra köyümüze gelip, Köy Konut Odası'nda eğitim öğretime başlamış ancak bu oda çıkan bir yangında kullanılmaz hale gelmiştir. Eğitim öğretime bir köy evinde devam edilerek, üçüncü sınıftan memur olanlar, köye yaklaşık 10 kilometre uzakta olan, 5 sınıflı Doğanca (Direvli) okuluna devam etmişlerdir. 1947 yılında köylünün kendi çabalarıyla yaptığı toprak damlı okula, Köy Enstitüsü mezunu öğretmen Ahmet Yiğit atanmış, eğitim öğretim burada sürdürülmüştür. Köyün tüm çocukları okulda eğitim ve öğrenimini görmüş, üstelik okula bir saat uzaklıkta bulunan Akoluk Köyü'nün (Sünne) çocukları da burada eğitim görmüşlerdir. Okulu bitirenlerin kimisi Aksu Köy Enstitüsü'ne giderek öğretmen olmuşlar, kimisi de Alanya Ortaokulu'na, oradan da Antalya Lisesi'ne devam ederek eğitimlerini sürdürmüşlerdir. Yusuf Efendi, İstanbul'da tahsilini tamamlayıp köye döndüğünde, 6 ayda bir defa herhangi bir derginin köye gelmesini sağlamıştır. Bu dergiden dünya olaylarını ve çeşitli haberleri öğrenip, çevresine gerekli görülen bilgileri vermiştir. Dışardan gelen devlet görevlileri olsun, başka köye uğrayanlar olsun, muhakkak Burjuva düzenindeki temsilcilere uğrar, bu suretle olup bitenler bunlardan öğrenmişlerdir. Köyde günümüzde okur yazar oranı yüzde 100'dür. Nüfusun çoğunluğu üniversite mezunudur.

 

VARDAN DA USANDIM YOKTAN DA!

Bu söz Nurullah kızı (Ayşe Uysal) aittir. İlk anda çelişki gibi görünse de "insan varlıktan bıkar mı?" dense de bu söz, insanların değişik olaylar karşısındaki tepkilerini çok iyi anlatmaktadır. Nurullah kızının evliliğinin ilk yıllarıdır. Evinde eksik çoktur. Eksik ve ihtiyaçlarını komşulardan, akrabalardan istemektedir. Ama durumdan fevkalade rahatsızdır. Çünkü komşular, akrabalar bazen istediklerini vermekte, bazen vermemekte ve bazen de gönülsüz vermektedirler. Bu ihtiyaçtan birisi de kazan eniğidir (küçük kazan). Nurullah kızı kendi kendine söz verir. Ne yapıp edip ilk fırsatta küçük kazan alacaktır. Gel zaman, git zaman hesabı, Nurullah kızının da bir küçük kazanı olur. Olur ama, başkaları da ondan istemeye başlar kazanı. Nurullah kızının binbir zorluklarla aldığı kazanı başkalarına vermek istemez, kıyamaz. Ama daha önce kendisi başkasından isteyip, aldığı için vermesi gerektiğinin de bilincindedir. Nurullah kızı, Kendi kendine şu sözü söyler; "Vardan da usandım yoktan da..."


SÜNNE TÜRKÜSÜ BU KÖYDEN

Genellikle bütün düğünlerde seslendirilen "Sünne" türküsünün yazarı ve bestecisi bu köyden İrebişler ailesinden Osman Çabuk'tur. Bu türkünün gerçek hikayesi şöyledir; Veli Çavuş'un oğlu Hasan Kaya (Eşkıya), küçükbaş hayvan otlatırken eski adı Sünne olan şimdiki Akoluk Köyü'nde Abid'in kızı Durdu da çobanlık yapmaktadır. Hasan Kaya, Durdu kıza aşık olmuştur. Kız babasından istenmiş ancak verilmemiştir. Bunun üzerine Hasan'la Osman Çabuk kız için şiir yazmışlar ve bu, türküleştirilerek Gazipaşa yöresinde yaygınlaşmıştır.
Sünne türküsünün sözleri şöyledir:
 
A Sünne'ye giderken de
Yolda bayram ederken.
Ben Durdu'ya vurgun oldum
Dağda davar güderken.

A Sünnenin gedikleri
Gök cevizdir yedikleri
Hiç aklından çıkmıyor
Durdu gızın dedikleri.

A Sünne'nin gatıranı
Gölgesinde oturanı
Ne isterse vereceğim
Durducuğu getirene.

A Sünne'nin taşlarına
Kuşlar konar başlarına
Yangın oldum vurgun oldum
Durducuğun kaşlarına.

Bahçelerde tomata
Ondan olur salata
Abit kızını vermezse
Turşu kursun kerata

Gevenes'tir köyümüz
Taştan akar suyumuz
Sevip sevip ayrılmayız
O da bizim huyumuz.

 

İLGİNÇ BİR İBADET HİKAYESİ

Köyümüzün en nüktedan, birbirlerine en bağlı, neşeli ailelerindendir Göğaligil. Bu ailenin bireyi Hüseyin, gençlik çağının başında 17-18 yaşlarındadır. Büyüklerinden, hocalarından öğrendiği kadarıyla namaz kılmak, oruç tutmak Allah'a karşı bir borçtur. Bunları yerine getirmezse yarın ahirette cehenneme gidecek, üstelikte cehennem ateşinde cayır cayır yanacaktır, bunları öğrenmiştir. Ama icra etmek zoruna gider. Bu sorunu nasıl çözeceğine dair bir hayli kafa yorar. Sonunda kendince bir çözüm bulur. Tanrı'ya el açıp niyazda bulunur; "Allah'ım; namaz kılmak, oruç tutmak benim görevim, bunu biliyorum. Ama sen büyüksün, bağışlayansın, affedicisin. Bu çağımda bunların hepsi bana ağır geliyor. Kusura bakma. Ama sana söz, kırk yaşımdan sonra sen ne emrediyorsan, namaz, oruç, hac, ne emrin varsa hepsini yerine getireceğim." Aradan yıllar geçer ve Hüseyin kırk yaşına geliverir. Allah'a söz vermiştir, namaz kılmanın da oruç tutmanın da zamanı gelmiştir artık. Tanrı'yla olan sözleşmesini yerine getirmenin gerektiğini düşünür. Ama bu işlevleri yine yapmak istemez. Bunlar zor gelmektedir ona. Başlar yanlış sözleşme imzalamış, şirket elemanı gibi kendi kendine söylenmeye; "Bre deyyus, senin boynuna ip atan mı vardı? Niye kırk dedin? Kırk deyinceye kadar elli desen ya. Elli deyinceye kadar altmış desen ya. Hatta yüz yaş desen, Allah seni yüz yaşına kadar yaşatacak mı, bir sınasaydın ya!"

Esenpinar Köyü

 

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam33
Toplam Ziyaret93899